CHP’nin 1950 seçiminde kaybetmesinin ANA NEDENİ nedir, bilir misiniz?
Bugünkü nüfusun büyük bir bölümü bilmez de o tarihleri bire bir yaşamamıştır da.
Bakın, filmi geriye doğru saralım ve tarihi gerçekleri anlatmaya başlayalım…
“İkinci Dünya Savaşının en zorlu yıllarıydı, Almanlar sınırlarımızın az ötesine gelmişlerdi, bütün dünya sonu neye varacağı belli olmayan bir çılgınlığa doğru savruluyordu. Savaşmanın ne demek olduğunu en iyi bilen kişilerden birisi olan İsmet İnönü ve arkadaşları ise halkı büyük acılara sürükleyeceği belli olan bu anlamsız savaştan ülkelerini uzak tutmaya karar vermişlerdi.
Seferberlik ilan edildi, erkekler askere alındı, limanlar kapatıldı, devlet herhangi bir olası savaş durumuna karşı yiyecek depolamaya başladı. Savaşın getirdiği ekonomik sıkıntıların üzerine bir de kuraklık eklenince ülke ekonomisi çıkmaza doğru sürüklenmeye başlamış, yoksul halk iyice zor duruma düşmüştü. Hükümet yokluk nedeniyle bazı tüketim maddelerini karneye bağladı. Zeytin, ekmek, şeker gibi temel tüketim ürünleri karne ile sınırlı olacak biçimde dağıtılıyordu. İnsanlar açlık sınırında ancak kuyruklara girerek yiyecek alabiliyorlardı. Yeni vergiler salınmış, özel araçların trafiğe çıkması bile yasaklanmıştı. Bu zorlukları fırsata çeviren girişimciler de vardı, bu fırsatçılar ele geçirdikleri ürünleri karaborsada pahalı fiyata satarak halkın sırtına ikinci bir ağırlık yüklüyorlardı. Hükümet bir yandan karaborsacılarla mücadele etmeye çalışıyor bir yandan da ülkenin savaşa gireceği günü düşünerek her şeyden tasarruf ediyor, olası bir savaş durumunda ülkenin bağımsız kalabilmesi için önlemler almaya çalışıyordu.
Halk çok zorlu günlerden geçti ama Türkiye savaşa girmedi. Savaş bittiğinde dünyada çok ağır bir bilanço vardı. Savaşın kazananları kaybedenlerinden çok daha fazla kayıp vermişlerdi. İsterseniz birkaç örnek vereyim: Fransa’da asker ve sivil olarak toplam 500 bin kişi ölmüş, soykırımda öldürülen Yahudilerin sayısı ise 80 bin kişiyi aşmıştı. Komşumuz Yunanistan’ın soykırım dahil toplam kayıp sayısı 300 bin kişiyi aşmıştı. Bu rakamın o zamanki toplam nüfusun % 5’ine yakın olduğunu söylemek gerek. Japonya’nın kayıp sayısı 3 milyon kişiye yaklaşıyordu. Çin’de 15 milyon ile 20 milyon arasında insan ölmüştü. Çin’de ölen insan sayısı Türkiye’nin o zamanki toplam nüfusu kadardı. Sovyetler Birliği ise 26 milyon ile 27 milyon civarında kayıp vermişti. Polonya nüfusunun %17’si ölmüştü savaşta. Elbette bunlar rakamlara yansıyan acılar. Japonların Çinli öldürme yarışmaları, askerlere tanınan tecavüz hakkı, nehirlere dökülen, fırınlarda yakılan, kurşuna dizilen insanlar, şehirlere atılan atom bombaları, çoluk çocuk demeden katledilen Yahudiler vicdanlı kişilerin belleklerindeki yerini şimdi de koruyor. Savaşın açtığı yaralar bugün bile kapanmadı. Dünya, savaş meydanlarında, toplama kamplarında, trenlerde, fırınlarda sadece insanlarını değil insanlığını da kaybetmişti. Savaş zamanı pek çok ülkede büyük bir açlık da hüküm sürmüş, Avrupa’da, Çin’de, Rusya’da insanı insanlığından utandıracak sahneler yaşanmıştı. Savaşı anlatan kitap ve belgesellerde kıtlıkla ilgili bölümlerin biraz arka planda kalmasının nedeni savaşan ülkelerin bolluk içinde yaşamaları değil, açlıktan bin kat daha büyük acılarla boğuşmalarıydı. Oysa Türkiye’deki açlık ve sefaletin neredeyse önemsiz kaldığını bir gerçektir.
Türkiye bu dönemi İsmet İnönü’nün dehası sayesinde kazasız belasız atlatabilen ender ülkelerden birisi oldu. Hükümet belirsiz bir hayal uğruna askerini ölüme göndermedi, ülkeyi savaşa sokmadı. İnönü ve arkadaşlarının bu politikaları daha sonrasında rakip partiler tarafından çok eleştirildi ve İnönü, Türkler gibi savaşçı bir ulusun erkekliğini körelttiği, halka açlık çektirdiği, yiyecekleri karneye bağlattığı, savaştan kaçtığı gibi sayısız suçlamayla karşılaştı. Savaş bittikten sonra bir gün seçim meydanında muhaliflerin, çocukları “Sen bizi aç bıraktın” diye bağırtması üzerine İnönü çocuklara hitaben tarihe geçecek o sözünü söyledi:
“Ben sizi aç bıraktım ama babasız bırakmadım.”
Bu zekice verilmiş cevap, aslında ülkenin ve millein o tarihlerde yaşadığı gerçeğin tam da özeti idi.
XXX
(Bu bilgiler, benim de bizzat gerek şahit olduğum, gerekse ana, baba, dede gibi büyüklerimizin, “Verildi” damgası bulunan nüfus cüzdanlarını elinde tutarak, ilk ağızdan neler olduğunu dinleyerek öğrendiğim, bildiğim bilgilerdir. Yazı ise, alıntıdır…)
XXX
Türkiye’yi fiilen yanlarında savaşa sokmak için, dönemin İngiltere Başbakanı Sir Winston Churchill, dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile görüşmek üzere Adana Yenice tren istasyonunda, beyaz vagonda buluşturlar…
Başbakan Winston Churchill, Türkiye’nin müttefik devletlerin yanında savaşa girmemeleri halinde ülkenin başına ne geleceğini, biraz da tehditkâr bir üslupla anlattı.
Birçok savaşın içinde bulunmuş, kurtuluş savaşımızın önemli komutanlarından deneyimli biri olan İsmet İnönü, elbette “Ne olacağını” da tahmin edebiliyordu ve Winston Churchill’ doğrudan “Ret” cevabı vermeyecek kadar da akıllı bir politikacı, dış politika kurdu olan bir kişilikti.
Kendisine “elbette, biz müttefikler ile savaşa gitmeye hazırız. Ancak ordumuz, kurtuluş savaşından yeni çıktı, ihtiyaçlarımız ar” diyerek önüne bir ihtiyaç listesi koydu.
Belli ki o listenin karşılanması olası bir şey değildi.
Savaşın bitmesine yakın, Türkiye, Almanya’ya usulen savaş ilan etti ve savaşa fiilen katılmadan katılmış oldu…
Bu bir askeri dehanın sonucudur.
Bu süreçte yaşanan ekonomik sıkıntıları, dönemin muhalefet partisi, bugünün AKP’si gibi gerçekleri saptırarak kendi lehine propaganda aracı olarak kullandı.
Ve iktidar oldu.
Rahmetli İsmet İnönü, milletin tercihine saygı göstererek, iktidarı gayet efendi bir şekilde DP2ye devretti.
Ama bugün, AKP iktidarı, milletin kararına uymamaya yönelik öyle girişimlere yönelme eğilimi gösteriyor ki…
Evet, Türk milleti kuşkusuz “Zekidir” ama gerçekleri görüp aklını kullanma konusunda sıkıntıları vardır.
XXX
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, kendisine “Başarı destanı” yaratmak için “Üç gün içinde Şam’da Emevi Camiinde namaz kılmayı” söylediği hald,ülkeyi ve orduyu Suriye bataklığına savurduğunun farkında değildi.
Zaten büyük israf politikası sonucu pamuk ipliğine bağlı ekonomi, Suriye macerasının ekonomik yükü nedeniyle daha da kötü duruma geldi…
İkinci Dünya Savaşında kimse babası kalmamışı ama Suriye topraklarında savaşan, -hangi amaca hizmet ettiği belli olmadan savaşan- birçok babanın evlatları, babasız almıştı.
Şimdi yalan, dolan ve aslı olmayan bilgileri insanlara aktararak iktidarlarını sürdürmeye çalışıyorlar…
Pekiiii…
Millet farkında mı ve aklını bu kez kullanacak mı?
Sandık önümüze geldiğinde elbette göreceğiz. Umarım göreceğimiz sonuç olumlu olur….