Gazi Mustafa Kemal…
Yani, Türkiye’nin Ata’sı, daha doğrusu mazlum milletlerin de Ata’sı…
Kısaca Atatürk…
Ayrıca gerçek bir “Dünya Lideri” sıfatını hak ederek kazanmış ve tüm dünya ülkeleri, milletleri tarafından da kabul edilmiş bir lider…
Öyle bir lider ki, ömrü savaş meydanlarında özgürlük uğruna çarpışmakla geçmiş. 10 Kasım 1938 yılında, saat 9.05’i gösterdiğinde, hayata gözlerini yumarken bile, ülkesi için savaşmaya devam ettiğini biliyoruz.
Çünkü O, savaşın sadece silahla yapılmadığını, esas zaferin bağımsızlığı sağlayacak diğer etkenlerin de hayata geçmesi ile mümkün olabileceğini biliyor, bu yolda savaşmaya devam ediyordu.
Ülkeyi düşman işgalinden kurtardıktan sonra, geçen ilk 10 yıl içinde, millet olarak çok şeyleri başardığımızı göğsümüzü gererek söyleyebiliyorduk.
Henüz tam anlamı ile belki büyümemiştik ama yapılan yatırımlar ile işsizliği yok etmiş, üretimi sanayi malları da dâhil olmak üzere çeşitlendirmiş ve artırmış, en azından ülkemize yetecek boyutlara ulaştırmıştık.
Yeter miydi?
Elbette yetmezdi ve çalışmalara devam edildi, aynı kurtuluş savaşı veriyor gibi, milletçe omuz omuza, birlik ve beraberlik içinde, sevinçte ve tasada ortak olarak.
Her ne kadar şimdilerde “Ne yaptılar” diyerek yaptıklarını görmezden gelseler, dahası yaptıklarını satarak ancak geçine bileseler bile, ülkeyi bir baştan öteki başa demir ağlarla örmeyi de başara bilmişti…
Etrafımızdaki ülkelerin hemen hepsi ile kuyruk acısı çekmeye devam edenler her ne kadar fırsatını kolluyorlarsa da, ”Yurtta sulh, cihanda sulh” söylemi ile dış politikanın temelini atıyor, “Gerekmedikçe savaş cinayettir” diyerek adeta “Biz ekonomik bağımsızlığımızı tam anlamı ile kazanacağımız savaşa odaklanalım” diye haykırıyordu.
Ülke olarak geldiğimiz noktaya baktığımızda…
Ne o günlerin anlayışı içinde bir iktidar (Yönetim) kaldı ne o anlayış içinde millet, ne o heyecan içinde ülke genelinde davranış…
İçim acıyor…
Yüreğimin sıkıştığını hissediyorum tam da bugün…
Atatürk’ü, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, mazlum milletlerin de Atası Atatürk’ü anarken, onun gösterdiği yolda savaşıyor olmamız gerekmiyor mu?
Oysa biz O’nun anlayışının o kadar gerisinde kaldık ki bugün ülke, gereke içte gerekse dışta büyük sıkıntılar yaşamaktadır.
İlk 10 yılımızda ekonomik olarak geldiğimiz bağımsızlığın, bugün çok gerisinde kaldık.
Ülkeyi yönetenler, bir avuç yandaş zengin yaratırken, millet “…fakr u zaruret…” içinde kaldı. Ülkenin bazı yerleri parsellenerek, ülke yararı hiçe sayılarak başkalarına, yandaşlara peşkeş çekildi. Hatta öyle ki, savunma sanayimizin temel taşlarından biri, yabancı bir devlete kiralama(!) şeklinde devredildi.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yürüttüğü “Gerçek istiklal savaşı” nedir, nasıl yapılmalıdır, ne yazık ki anlayan kalmadı.
Kalmadığı bir yana, Atatürk, şu veya bu şekilde, devlet kurumları ve yöneticileri tarafından unutturulmaya, hatta itibarsızlaştırılmaya çalışıldı, çalışılmaya da devam ediliyor.
Bunları yapanlar, geçmişteki davranışlarının tutmadığını fark ettiler ki, dün “Ayyaş” diyerek adını bile ağızlarına almazken, bugün her ortamda anar oldular. Gördüler ki millet unutmuyor, aksine daha da sahip çıkıyor.
Onlar ki itibarlaştırmaya çalıştıkça, tepki çığ gibi büyüyor…
Düne kadar O’nun huzurunda durmayı “Sap gibi” olarak tanımlayan, bu günler geldiğinde hastalananlar, artık koşarak huzurunda suratlarını asarak da olsa, içten gelen bir duruş da olmasa, saygı duruşunda bulunuyorlar.
Hatta; “Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ebediyete irtihalinin 81. yıl dönümünde saygıyla yâd ediyorum.” diyerek anma mesajı bile yayınlıyorlar…
Doğru olup olmadığını bilmiyorum ama bazı kaynaklarda Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in şöyle bir sözü var: “Adaleti çiğneyen devlet adamlarını cezalandırmayan milletler, çökmek zorundadır.”
Dahası ve en yürek burkanlarından biri de ne biliyor musunuz?
O kurdurdu, rahmetli zamanın Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat Börekçi’ye…
İstedi ki milleti, Emevi şerrine, tarikatların, şeyhlerin etkisi altında kalmış, Kuran’dan uzaklaşmış, kendi çıkarlarına hizmet ettirmeye yönelik şekilde kullandıkları dini, Yüce yaradan Allah’ın Peygamberi, Resulü, Hz. Muhammed’e gönderdiği kitabı Kuran’a uygun olarak anlamaları ve uygulamaları için kurdurduğu…
Evet, tam da o Diyanet İşleri Başkanlığı, kaç zamandır Atatürk’ün kuruluş amacından uzaklaştırarak yönetirken, daha da acısı Atatürk’ü itibarsızlaştırmak, unutturmak isteyen kurum haline gelmiştir.
Sözünü ettiğim bu kurum içinde, bu düşüncelerde bulunan kişilerin hepsini lanetliyorum.
Ne yazık ki bu kurum, hutbelerde adını anmaktan kaçınırken, gelen tepkiler üzerine olsa gerek, bir mesaj yayınladı bu kere.
Özel günde, birçok genellemeler yaparak konuyu Atatürk’e getirdi ve şöyle bağladı.
“Bu vesileyle, Cumhuriyetimizin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü dar-ı bekaya irtihalinin (Âhiret. Bâki olan yere göçmek) 81. yılında saygı ve rahmetle anıyor; vatanımızı işgal etmek isteyen düşman güçlere karşı destansı bir mücadele ile istiklalini ve istikbalini koruyan aziz milletimizin her bir şehidini ve gazisini minnetle yâd ediyoruz.”
Sözü edilen “Vesile” Atatürk’ün ölüm yıldönümü ne yazık ki değil…
Bu kurumun başındaki zatın acaba iğnenin ucu kadar utanması var mıdır ki?
Bu ve benzeri tüm kişiler şunu bilecekler ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, gerek ülkemizde milletimizin, gerekse mazlum milletlerin ve tüm dünyanın hem kalbinden hem ruhundan hem de aklından asla çıkmayacaktır.
Bazıları O’nu “Önder” olarak kabul edip anacaklar, bazıları da geçmişteki kuyruk acısını hatırlayarak anacaklar ama hep anacaklar…
Bizim ülkemizde ne yazık ki her iki guruptan da kişiler var.
Bir kez daha ruhun şad olsun Aziz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, hep yüreğimizdesin…