...
Çoğu zaman şaire acı çektiren durumun adıdır belki de yalnızlık… Şair; bu ruh hâli içerisinde olduğu zamanki hayata karşı sıra dışı bir duruş sergiler, kendine özgü bir tavır takınır o sahnede. Yalnızlık denen şey sadece ruhta yaşanan bir olgudur. Hangi şair bu duyguyu hissettiği an kendisini sürekli olarak sürgünlerde hissetmez ki? Göz bebekleri özlemleri kadar büyür de büyür!
Ey şair; “sen denize ateş açtın! Şimdi, gece güneşin doğmasını bekle hem de yapayalnız.”
Bilinen odur ki; şiirlerin oluşum süreci çok çok özeldir ve sükûnet ister, yalnızlık ister. İşte bu nedenle yalnızlık en çok da şairlere yakışır. Şair hissederken, duyarken, düşünürken, kurarken hep yalnızdır. Kırılganlığıyla, tutkusuyla, acılarıyla yapayalnız… Onun yalnızlığı eminim ki bir mor erik yalnızlığıdır. Şairdeki huysuzluğun kaynağı da buradan gelir sanki. O, kimsenin kılının bile kıpırdatmadığı olaylarda bile kendine özgü bir algı yaşar. Şair, yanında en az kendisi kadar bir duyarlılık derecesine erişebilmiş bir başkasını bulabilseydi…… İyi ki de bulamamış!. Herhalde o zaman yaşayamazdı kendisine haz veren bu yalnızlık duygusunu keyfince!
Şundan emin olmalıyız, yalnızlık denen bu ruh hali şairin ruh merkezine ne kadar yakınsa o derecede büyük bir şiddet derecesi gösterir… Ve şair o genişçe hüzün yatağından yalnızlığına bürünmüş şekilde uyanır her bir dem!..
*
Ali Rıza Navruz