KÜLTÜR - SANAT
Giriş Tarihi : 13-03-2024 12:30   Güncelleme : 14-03-2024 11:03

A-KALEMLER 50. SAYIYA ULAŞTI

A Kalemler dergisi “MADUN KONUŞABİLİR Mİ?” sunuş yazısı ve Selim TUNÇBİLEK'in EDEBİYAT NEDİR? başyazısı ile 50. sayısını kutluyor.

A-KALEMLER 50. SAYIYA ULAŞTI

“MADUN KONUŞABİLİR Mİ?”
Kültür ve medeniyetlerinin izlerini kaybetmiş ve melezleşmiş toplumların dili de yok olmuştur. Diliniz yoksa bilginin üretilmesine gücünüz de yoktur. O nedenle bu gün “bilgi” üreten toplumların diliyle düşünmeye mahkûm olmuş durumdayız. Mankurtlaşmanın altında yatan saik bu. Coğrafyalarımızla birlikte zihinlerinizin de
zaman içinde işgal edilmesine dönüşen süreci içinde yaşarken fark edememiş olmak. Atalarınızın nasıl yaşayıp
nasıl düşündüklerine dair özgürleştiğinizi sandığımız dönemlerde dahi geçmişe ilişkin hatırladığınız bir şeyin olmama hali. Kolonileştiğiniz için onlar gibi yaşamaya ve
düşünmeye mahkûm hissedersiniz kendinizi.
Bizler bu tarihi sürecin farkında olarak didinen bir grup insan düşünmeye ve bir dili işlemeye çalışıyoruz. Bu dilin ilkesi “kamu kaynaklarından abone kaydetmez” yaklaşımıyla ortaya koyduğumuz davranış dilidir. Bu dili anlayabilen birileri bugünlerde olmayabilir ama zamanla anlaşılabilecektir. Kolonileşmişseniz her müesseseniz
onlar tarafından yeniden kendi çıkarlarına uygun inşa edilmiştir. O nedenle yapının içinde kalarak kendinizi inşa edebilme şansınız olmaz. Onun yani alanın, sahanın dışına çıkmanız ve oyunun kurallarını reddederek yalnızlaşmanız gerekir. Bunu “Sati” olarak görerek, intihar diye adlandıranlar olabilir. Olsun. Kolonyal bir evlilikten daha
anlamlı bir şey en azından. Bu “Sati”liği kutsayarak başka bir çerçeveden kolonyal milliyetçilik üretmiyoruz. Onun için “Madun konuşabilir mi?” diyoruz. Madun konuşmalı
ve bize çektiği tüm acıları anlatmalı. Sanat ve edebiyat onun dili olmalı. Yoksa bir anlamı var mı? Amerika’nın keşfi diye bir durum yok. Aztek, İnka, Maya uygarlıklarının katlinin yaşandığı bir süreç var. Buradan Oksidental bir yaklaşımla öteki yaratma çabamız da yok. Tek gerçeğimiz kendimizi ifade etme biçimimiz olan farklı, duyarlı,
özgün bir hayatımız var. Bu hayatı sürdürme çabamız var. Madun o nedenle konuşabilmeli. Madunun bir dili olmalı. Madunun dili olmaya evrenselde devam edeceğiz.
akalemler

**

EDEBİYAT NEDİR?
Selim TUNÇBİLEK

İnsanlık birikimlerine katkı sunmak ancak kendi kültürel yargılarınız sonucunda oluşturduğunuz değerler çerçevesinde yaptığınız tarifler, tanımlar ve kavramlar aracılığıyla olabilir. Dünyaya ve çevreye etkiniz de ürettiğiniz o kelime ve kavramların uzak coğrafyalarda dile gelmesi, hatırlanması ve yaygınlaşmasıyla mümkün olur.
Üretmiyorsanız sizi birileri niçin ansın? Bu mümkün değildir.
Türkçe dünyanın en kadim dillerinden biridir. Böylesine kadim bir dilin birikimlerinin içinde kendi deneyimlerinin sonucu kavram ve
kelimelerin çoğunlukta olarak yer alması, köken olarak kendi dil geçmişine yaslanarak kavramlar üretmesi, yaratıcı ve üretici toplum yapısının en
belirgin göstergelerinden olsa gerektir. Ne yazık ki Türk medeniyet dili uzun yıllardır evrensel kavramlar üretmekte yetersiz kalmaktadır. İlmin
böylesine çeşitlendiği dönemlerde toplumsal hayatın da aynı oranda değiştiği ve dönüştüğü süreçlerde daha üretken yapıda olmamız gerekmez mi? Mesela “Edebiyat” veya Türkçe söylenişiyle “Yazın” nedir diye kültürel birikimlerimiz olan yazılı kaynaklara el attığımızda bizi tatmin eden doyurucu bir tanımla karşılaşmamış
olmak üzücü değil mi? Bu çerçevede edebiyatın kapsayıcı tanımı nerede var diye ciddi birikimlerimizden bir olarak Türkiye Diyanet Vakfının
hazırlamış olduğu İslam Ansiklopedisi’nin edebiyat maddesine baktım. İlgili maddeyi çok kıymetli edebiyat profesörlerimizden rahmetli
Hocamız Orhan Okay hazırlamış. Maddede edebiyat nedir sorusuna bir cevap aramanız boşuna. Zira hoca kelimenin tarihi sürecini, gelişimini madde konusu yapmış. Edebiyat kelimesinin anlam kökü bağlamında malumat sahibi olurken kelimenin bu gün için toplumda ortak değer olarak ne anlaşılması gerektiğine dair tarif yapılma gereği duyulmamış. Böylesine yetkin bir kalemin bundan kaçınmasını anlamak oldukça güçtür. En azından sözlük bağlamında bir tanımının okura aktarılması da gerekli diye düşünülemez miydi?
Başka bilgi kaynaklarına baktık ve gördük ki benzer yaklaşımlar oralarda da devam etmiş.
Edebiyat kavramını günümüz kültür, sanat, estetik değerler, kültürel birikimler, sanat farklılıkları bağlamında ve çeşitlenen edebi yaklaşımlar ışığında güncelleme gereği hissetmiyoruz. Yani içinde yaşadığımız olgunun ne olduğunu, nasıl olması gerektiğine kafa yormuyoruz. Neden gereksinim duymuyoruz bilemiyorum. Ayrıca
güncel bir tanım ortaya koymak niçin fazla bir birikim oluşturma gayretimizin eksikliğini her alanda hissedilir kılıyoruz. Bu ve benzeri durumlar toplumsal ümitsizliğimizin artmasına neden oluyor. Zira kendi köklerimizden kopuk bir dil dünyası inşa ederek o dünyanın içinde huzurlu
olmak gibi beyhude çaba içinde kıvranıyoruz.
Anne kucağından daha güvenilir bir yer olmadığı gibi ana dilimizden daha huzur verici ilişki ve
iletişim imkânı bulmamız mümkün değildir.
Zaman değiştikçe haberleşme ve iletişim teknikleri değişiyor ve ona dair yeni kavramlar ve kelimeler üretiyorsak dil birikimlerimizi de bu çerçevede yeniden tanımlama ihtiyacı duymamız olağan bir olgu değil mi? Dilin işlenmesi dediğim hadise zaten bu ve benzeri yöntemlerle
olmuyor mu?
Edebiyatımızın öncü kalemlerinden Şinasi Fenn i edep, ilmi edep, kelimesini kendi döneminde kullanarak oradan edep kökünden edip ve edebiyat kelimesi dilimize yerleşmiş. Günümüzde kimse yazar için edip kelimesini kullanma gereği duymuyor. Yazarın “edepten” uzaklaşmasından olabilir mi? Edebiyatın ne olduğu veya
ne olması gerektiği konusunda da ortak zihinsel birikimlerimizle ürettiğimiz, üzerinde anlaştığımız kavramlarımızdan olduğunu söylemekte
zorlanıyoruz.
Yazı kelimesinin dilimizde iki karşılığı önemlidir. Biri yazı yaban anlamına gelen geniş uçsuz bucaksız alan, dışarısı, dağ, çöl, ova, anlamındaki yazı. Diğeri ise kelimelerle düşünce inşa etmek yazmak, yaymak eyleminde kullandığımız yazı. İkisinde de dikkat çeken unsur sahanın genişliği, köken olarak aralarında bir akrabalık bağ olduğu açık.
Peki, o halde edebiyat ve yazın denildiğinde bu gün toplum neyi anlaması gerekir?
Yani edebiyatın insan ile ilişkisinde ortaya nasıl bir olgu ve tanım çıkabilir?
Okurda duygu, düşünce ve hayallerle heyecan oluşturup, merak uyandıran, yarattığı bu uyarıları estetik hazza dönüştürüp hayatı; zevk duyulacak hale getiren, insanı yarattığı özel dille mutlu kılarak bilgilendiren, içsel bütünlüğün içinde felsefi derinliği ile kendine has
anlam üreten yazılı sanata edebiyat denilir diyebiliriz.
Bu yönüyle edebiyat hayatı, hayatta edebiyatın biçim, konu ve yöntemlerini belirler. Her edebi metnin kendine özgü bir mimarisi vardır.
Bu metinin yapısını oluşturur. Roman, şiir, hikâye, deneme vs gibi türler içte bu içsel bütünlüğün oluşturduğu tutarlılıkların tümel adıdır. Edebiyat metinleri aynı zamanda felsefi derinlikleri olan metinler oldukları için bir düşünceyi, duyguyu, akılla aktarırlar. Duygu ve düşüncenin aktarımı ise değer yargılarını da içerir. Bu değer yargıları insanın nitelik ve doğasını ortaya çıkarır bu nedenle edebiyatın meselesi insandır. İnsanı dille hayatın içinde kendi vicdanı ve doğasına uygun anlatımları başarılı edebiyat metinleri olarak görürüz. Edebiyat eserleri ne anlattıkları ile nasıl anlattıklarıyla güçlü veya zayıf metinler olarak hatırlanırlar ve biri birinden ayrılırlar.
İnsanın biyolojik oluşumunun dışındaki karakter veya kişilik dediğimiz kimliği ürettiği dil ve yaşadığı hayatın içindeki davranışlarında gizlidir. İnsandaki kişilik ve karakter dediğimiz asıl kimliğini oluşturan ana unsur içinde yetiştiği kültürle ve çevreyle biçimlenir. Bu çevre anlatının doğal yapısını belirler. Edebiyat metninin dili işte bize bütün bu şifreleri doğru okumamızı sağlar. İnsanlar birbirlerini ancak hikâyeleri üzerinden tanırlar. Edebiyat örgüsü hangi türle ortaya konursa konsun onda anlatılan insanın
hikâyesi, aklı, tercihleri, ıstırapları, kaygıları, endişeleri, korkuları, şüpheleri, arzuları, hayalleri vardır.
Diller yarattıkları edebiyat aracılığıyla insanlık medeniyetine katkı sunarlar. Bu katkı insanlığın ortak dilinde ve hafızasında dolaşıma
soktuğunuz kavramlar ve tanımlamalar vasıtasıyla hissedilir. Hangi alanda olursa olsun Türkçe eserleri okursanız okuyun neredeyse tamamına
yakınında yabancı düşünürlere atıflar yapıldığınızı görürsünüz. Yine bu atıflarda kendimize ait kılınmış ama başka medeniyet dairesinde yaşayanlarca da kabullenilecek, kendilerinde de hissedilen bir eksikliği tamamlayacak katkılar sunmakta zorlandığımızı söylemeliyiz. Bu yönümüz
her alanda yeterince düşünce üretemediğimize dair açık bir göstergedir. Eleştirmek dediğimiz olguyu kötülemek, yadsımak olarak anladığımızdan olsa gerek ki içini dahi tam anlamıyla dolduramadığımız şeylerle böbürlenmeyi kazanç sayma gafletine düşüyoruz. Bizi karanlığa sürükleyecek olan bu davranış ve anlayıştan kurtulmamız gerektiği açıktır. Kendimize ait kavramlar ve tanımlar üretmediğimiz sürece dünyamızı zenginleştiremediğimiz gibi üreten toplumların ve
medeniyetlerin ağında kıvranıyor olmaktan kendimizi kurtaramayız.
Edebiyat nedir sorusuyla değerlendirmesini okurun yapacağı, kendi alanımızda ihtiyaç duyduğumuz güncel bir farkındalık boşluğunu, bizce küçük, kıymetsiz bir tanımla dolduralım demiştik. Her edebiyatçının üstlendiği işleve göre kendince bir tanımının da olduğunu göz ardı etmeden tabii…
 

AdminAdmin