Deprem bir kez daha gösterdi ki ölüm Hz. Ömer (RA)’in "Ölümü, uyurken yastığının altında, uyanınca da burnunun ucunda bil." dediği yerdeyiz…
Uyuyup uyanamamak var.
Son depremde olduğu gibi.
Kimse böylesine bir felaket beklemiyordu.
Türkiye’nin gündemi Seçim ve Geçim'di.
SON NEFESE KADAR…
İnsanın fıtratında bu var.
İstemek…
Hep istemek…
Sonsuz istemek…
Birçokları ilkbahara sağ salim çıkıp, kazasız belasız seçimleri atlatıp, çoluk çocuğun mürüvvetini görmeyi hesaplıyordu.
Üniversite öğrencileri bir an önce mezun olup ekmeğini eline alıp yeni bir yaşam kurmanın hayalleri peşinde idi.
Parasına para katmayı hesap edenler bir yana ay sonunu kimseye muhtaç olmadan getirmenin telaşında olanlar.
Kimisi terfi, kimisi yeni bir ev, kimisi otomobilini yenileme planları yapıyordu.
Yaz aylarını iple çekenler.
Tatil planları yapanlar.
Üç ayları tutup Ramazan ile bu mübarek günleri daha da anlamlı taçlandırmayı arzulayanlar.
Hastane köşelerinde ya da evlerinde şifa bekleyen hastalar.
GAİBİ ALLAH BİLİR…
Ne yazık ki hiç hesap etmedik.
Tevekkel gelmedik.
İman ettik ama rabbim affetsin “Gaibi Allah bilir” i zaman zaman unuttuk.
Sürekli ömür sermayemiz sonsuzmuş gibi davrandık.
Gençtik, Güzeldik. Yakışıklı idik.
Taşı sıksak suyunu çıkartırdık evelallah…
Daha yaşanacak ne günler vardı önümüzde.
Kız evlenecek, oğlanın mürüvvetini görecektik…
Evler yenilecek, Avrupa-Dünya turlarına çıkılacaktı…
Yalancı dünyanın malına mal, servetine servet katılacaktı…
Kul hakkı da ne idi.
“Vur patlasın-Çal oynasın” devri idi devrin adı ve “İşini bilen herkes için hayat öylesine kolaydı ki!”
Üçkağıtçılığın adı uyanıklık, dolandırıcılığın adı ticari zeka ve geleceği görmekti.
Ama olmadı.
Süre doldu ama fark bile edemedik.
BİR ANDA KARANLIĞA GÖMÜLDÜK…
Her şey ama her şey bin anda son buldu.
Yüce yaratanın emri ile Azrail As son görevini yaptı ve ömür denilen serüveninin şalterini indirdi bir anda.
Her şey ve herkes karanlığa gömüldü bir anda…
Yalan Dünyanın işleri bir anda sıfır ile çarpıldı.
Koskoca ömür sermayeleri tükendi.
Nefesler tükendi…
Canlar gitti…
Yıllarca biriktirilen paralar ile hayalleri kurulan konutlar şimdi yerle bir, ortalık toz-duman.
O Güzelim milyonluk evler kendilerine tabut/mezar oldu adeta…
Çoğuna bir kefen bile nasip olmadı.
Toplu mezarlarda uğurlandılar son yolculuklarına…
Ne hesap kaldı ne de kitap…
Amellere göre ahret hesaplaşması ve cennet beklentisinden başka.
Duamız ve ümidimiz tüm yaşamlarını kaybeden kardeşlerimizin yüce peygamberimiz-efendimiz Hz. Muhammed (SAV)’in buyurduğu gibi “Göçük altında kalan şehittir” hadisi şerifi ile cennet/cemal ile şereflendirilmelerinden başka bir şey değildir…
TRAVMATİK TABLOLAR…
Depremi içinde birebir yaşayanlar…
Yanı başında canlarını kaybedenler.
Çığlıklarını duyup yardım bile edemeyenler.
Elleri ile enkazları kazıp hayat arkadaşlarını, çocuklarını çıkartmak için direnenler.
Evlilik hesapları yaptıkları sevdiklerini mezara koymak zorunda olanlar.
Bir daha buluşamamanın acısını travmasını can evinden hissedenler.
Depremin içinde, yanı başında olmasa da 200/300/400 km uzakta hissedip, beşik gibi sallanan evlerinde buz gibi gecelerde sokaklarda geceleyenler.
Üst üste gelen artçılarda travmadan travmaya koşanlar.
Nasıl olacak bu psikolojinin normale dönmesi.
Uzun zaman ölüm korkusu ile yaşamak.
Her an deprem gibi bir gerçekle bir daha yine ve yeniden yüzleşebileceği endişesi ile feraha kavuşamamak…
ÇOK HESAP YAPMAMAK LAZIM…
Herkes yarını planlayıp yatarken, sabaha karşı birçok kişi ölüme uyandı ne yazık ki.
Birçok kişi yarın ne giyeceğini düşünürken, kefen giydi ne yazık ki.
Ya kefen bile nasip olmayanlar.
Ya cesedi bile bulunamayanlar.
Ya halen bu depremin psikolojik travmasını atlatamayanlar…
Evsiz barksız, ailesinden tek bir fert bile kalmayanlar!...
Deprem öncesinde üç-beş hatta on evi olanlar bile şimdi evsiz barksız ne yazık ki.
Kirasına zam yapmak için kavgalı olduğu kiracısı ile aynı ateşin başında ısınmak için, yaşamak için direniyor son tahlilde.
VURGUNCULARA DİKKAT…
Yardımların bölgeye ulaşması ile yaşanan bir başka çarpık tablo daha gün yüzüne çıktı.
Yağmacılar bir yana şimdilerde vurguncular köşe başını tutmuş durumdalar.
Bir bisküvinin 40 TL, suyun 20 TL, Çorbanın 100 TL olduğu bir dönemde ev kiraları ne kadar olacak acaba?
Antep, Kilis, Hatay gibi yerleşim bölgesinden yerli insanımızın Anadolu’nun iç bölgelerine göçmesi ile birlikte o bölgedeki daha da Araplaştırılmaya çalışılan ve halen insan transferine göz yumulan bölgenin gelecekteki başımıza açacağı felaketten bizi yönetenlerin haberi var mı acaba?
Ramazan kapıda.
Bunun yansımaları bölgede nasıl yaşanacak.
Bir yandan yardım için gösteriş yapanlar yarın evini kiraya verirken neyi nasıl hesaplayacaklar acaba?
SON SÖZ:
Hayat hesapla değil, nasiple yaşanıyor.
Ne kadar yaşarsan yaşa akıbet geliyor başa.
İnsan kaderinden kaçamıyor elbette ki de.
Şimdi onlar gitti….
Sadece “Bir varmış-bir yokmuş” misali hikayeleri kaldı bir yerlerde…
Rabbim yaşarken gözümüze sokuyor “Toprağın altı da var” diye…
Ama görmemek, kuyruğu dik tutmak, çarpabildiğimiz kadar çarpmak için direniyoruz halen.
Ellerimizle götürüyoruz “Annemizi, babamızı sevdiklerimizi kara toprağa veriyoruz”
Ama ertesi gün sanki ölenler bizim yakınımız değilmiş, sanki bize hiç ölüm yokmuş “Dünyaya kazık çakacakmış” gibi hoyratça yaşayama devam ediyoruz.
Anlayın artık “Dünya malı Dünya’da kalıyor!”
“Mülkün sahibi Allah’tır”
Bu kadar alavere çevirmenize, mirasçılarınız için mal biriktirmenize, günaha girip orada siz hesap verirken başkalarının size teşekkür bile etmemesine yedi ceddinize saydırmasına zemin hazırlayacak hırstan arının artık…
Bakalım kim nereye kadar hırslarının esiri olup, yalanlarla, dolanlarla, üç kağıtçılıkla ip atlatmaya devam edip,mal mülk sevdası ile yanıp tutuşup, direnebilecek?!...