Dünden sonra, yarından önceki günlerdeyiz. Aylardan Kasımı da sağ salim geçip ulaştık Aralık ayına. Çok şükür ki nefes alacak vaktimiz var şu an için. Dünkü günlerde gitmiş olanlara da duamız olsun bu günlerden sevgili dostlar, rahmetle anarak! Kasım ayının bizlerden cismen ayırmış olduğu şairlerimizden birisi de garip bir şair olarak bildiğimiz Orhan Veli'dir. O ki bir taş atan şairdir edebiyatımızın durgun şiir gölüne. Ve dalgalandırandır o gölün suyunu dalga dalga…
Bir insanı, herhalde kendisinden iyi tanıyan olamaz. Bu nedenle ben de mikrofonumu Orhan Veli’ye tutuyor ve soruyorum kendisine: "Kimsin sen ey Orhan veli?" Abartısız ve doğal bir ifade tarzı ile başlıyor kendisini tanıtmaya: "1914’te doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım. 13’te Oktay Rıfat’ı, 16’da Melih Cevdet Anday’ı tanıdım. 17 yaşında bara gittim. 18’de rakıya başladım. 19’dan sonra avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25’inde başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok âşık oldum. Hiç evlenmedim. Son söz olarak da diyor ki: "Bir de sevgilim vardır pek muteber/ İsmini söyleyemem/ Edebiyat tarihçileri bulsun…”
Edebiyat tarihçileri bu konuda ne buldu bilemem ama haytalığına, pervasızlığına, sınırsızlığına bahane olarak güzel havaları gösteren ve "beni böyle havalar mahvetti" diye bahaneler üreten Orhan Veli; "Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda/ Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma, ellerinizle" derken bildiği bir yeri hep duyar fakat bir türlü anlatamaz bizlere… Bir gece Ankara belediyesinin açtığı bir çukura düşer garibim şair. İki gün sonra İstanbul’da bir arkadaşının evindedir. Burada geçirdiği bir beyin kanaması sonucu 14 Kasım 1950’de vefat eder… Yaş 36.
Bando heyeti şefi Veli Kanık’ın oğlu Orhan Veli dendiğinde; İstanbul’u yedi tepeden seyreden değil de, sadece gözleri kapalı dinleyen, serin serin kapalı çarşısını, cıvıl cıvıl Mahmutpaşa'sını ve lodosa karışan çekiç seslerini duyan; "Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?/Her zaman güzel mi bu kadar, bu eşya, bu pencere” derken işin içinde iş arayan bir şair akla gelir. Onun ruhunda her şey birdenbire olur; “aşk birdenbire, sevinç birdenbire…” Hatta filiz birdenbire oluşur, tomurcuk birdenbire… Bir de 'garip akımı' akla gelir onun adıyla. Diğer ismiyle I.yeni… Orhan Veli en çok da bu akımla birlikte anılır. Türk edebiyatında 1940’lara gelindiğinde, heceyi hemen hemen yalnızca Behçet Kemal sürdürmektedir. Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı, Cahit Külebi gibi şairler de değişik çizgilerde serbest tarz şiirler yazmaktadırlar. Garip akımı işte tam bu ortamda doğar. Sene 1936. Eski şiire tepki olarak doğan bu akım üç şairimizin adına bağlanır: Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday. Bu yeni akıma özellikle Nurullah Ataç destek vermektedir. Bu üç arkadaş şiirlerini 'GARİP' isimli bir kitapta toplarlar… Orhan Veli’nin yazmış olduğu garip kitabındaki önsöz bir bakıma bu yeni şiir akımının bildirisidir de.
Orhan Veli Kanık 1945 yılında çıkardığı 'Vazgeçemediğim' isimli kitabıyla şiirini değiştirir. Akıldan duyguya kayış vardır bundan sonra. Mizah ve şaşırtma bırakılır yer yer kafiye ve sıfata başvurulur. Ayrıca sözcük tekrarlarından ve müzikten yararlanılır. Asım Bezirci'nin deyişine göre bu dönemde halk şiirinin dil ve deyişine özenilir…
Garip akımı olumlu ya da olumsuz olarak pek çok eleştiri almıştır. Sonuç ne olursa olsun benim şahsi fikrim şudur: bu akım geleneksel şiirimizi yok edememiştir. Bunun yanında Türk şiiri yeni bir biçim ve söyleyiş kazanmıştır Garipçilerle. Şiir bir yerde de sokaktaki insanın duyarlılığına açılmıştır. 1954-1960 yılları arasında hükmünü sürdüren II. Yeni akımının da ortaya çıkması bu garip akımı sayesinde olmuştur. II. Yeni de, bir yerde toplumcu şiir akımını doğurduğuna göre –tepki ile- demek ki garipçiler; Türk şiirinin gelişim sürecini oldukça etkilemiştir..
Orhan Velinin yayınlanmış şiir kitapları: 1-Garip (1941), 2-Vazgeçemediğim (1945), 3-Destan Gibi (1946), Yenisi (1947), Karşı (1949