Dağlar, “Her nakış bir nakkaşı gerektirir” sözünü hatırlatır bana hep nedense...
Dağlar can kulağı ile dinlendiğinde, o sesli sessizliğin koynunda ulvi bir ahengin ruhları nasıl dinlendirmiş olduğunu görürsünüz.
Onun zirvelerindeki sessizlik arttıkça insan adeta kendine yaklaşır, dolayısıyla da Yaratanına…
Bir şairin yüreğindeki fırtına düşlerini savurmuşsa bir taraflara ve geride bir kırılmış yürek, yorgun gecelerin çengeline asılı birkaç kuru tebessüm bırakmışsa, işte o zaman dağlar yoldaştır şaire!
Bu noktada şair susar o muhteşem dağların kayaları şair adına çığlık oluverir bir bakıma.
Dağlar, kendisine yaslananlar içinse bir arka’dır her zaman. Gerektiğinde kendisini vadisinde akan sele verir, fakat arka olduğunu ele vermez hiçbir zaman.
Dadaloğlu; “Ferman padişahın, dağlar bizimdir” sözüyle, Koç Köroğlu; “Arkam sensin, kal’am sensin dağlar hey” naralarıyla bu gerçeği nasıl da ifade etmişti…
....
Yasladım sırtımı arkamsın deyu.
Nazlanma, ruhumu karın ile yu.
Kem gözlere gelse, Oğuz’un soyu,
Sende filizlenir, durur Erciyes.